16 Mart 2013 Cumartesi

Güller Ağlar Dalında



Güller Ağlar Dalında


Göğsümün kaynayan kazanında yorgun taşlar kanıyor
Ulaşılmamış dağlara yürümekten topuklarım sızlıyor
Yüreğimin gölgesini takipte düşman, tetikte bekliyor
Bir öfkenin kanadındayım, yüreğinde başım dönüyor.


Demsiz yaşanmışlıklar balasındayım, ağlar düşlerim
Tutsak kayboluşların çığlıkları içimde, aşk hep derin
Yolların bıçkın derlemelerinde asi türküler dinlerim
Uğultulu bir mevsimdeyim, eylül’le sevişmekteyim.

Dudaklarının oval biçimselliğinden dökülünce tutku
Tanrısal bakışlarının göğsünde tutulur güneşin nutku
Vakitsiz buluşmaların saatleri delirir, kaybolur sorgu
Sarılışların odalarına kapanırız, biter içimizde korku.

Bulutlar iner kirpiklerine, tutuşur içimizde ormanlar
Faili başkaldırıların sebebi biz oluruz, varoşlar ağlar
Sabırsız dalgalar çekilir kendine, deniz içten içe yanar
Kaçak tütünler sararız aşkla, acılarımız göklere ağar.

Künyemizin paslı zincirlerine konar arada bir kelebek
Karanfil kokulu baharları bekleriz, yine aşkı getirecek
Güller ağlar dalında, biliriz ki yürekler sevdayı çekecek 
Sokul göğsüme yar, bu yürek seni sardıkça ölmeyecek.



Selahattin Yetgin
 

Çağır Beni Yüreğinin Cennetine




Çağır Beni Yüreğinin Cennetine

Gözlerinin ipek yollarına kervanlar saldım, özlemdir yüküm
Heybemde şiirlerle, ruhumdaki sevgiyle rotam sana gülüm
Senin sevdanla geçerim upuzun çölleri, vız gelir bana ölüm
Yak aşkla mumlarını, sevişerek cennetine girmek istiyorum



Sevdanın kavuşma mevsimleriyle değişime uğradıkça evren, en çok ay yorulurdu seni beklemekten. Birkaç yıldız ışıtırdı karanlıktaki sırtımı, kutupların soğuk nefesini koynunda gizlerken. Bulutların aya yürümesine içlenirdi insanlar, elleri boşlukta kalan ölümlülerce uzaktan dualar ederken. Gök üşürdü, yağmurun ıslığı hayata karışırdı ve sen bir doğumun mutluluğuyla gerçeğine sokulurdun. Yanardı içimdeki ateş, ay düşlere dalmadan ben aynı karanlığın içinde kaybolurdum.

Sıkılı yüreğimi vurdukça dağa taşa, sorgunun kalıntıları dökülür tarumar yapraklarca. Kıyımlara bölünen bedenimizin bekleyiş mahzenlerinde koyulaşır tutkularımız ve gecenin en ansızında bölünür uykularımız. Yağmurun sesine koşarız birden, göğsümüzden damlalar toprağa düşerken. Ten titrer derinden, parmaklarımıza geçmeyen sözümüzle, yağmurun direncine sökmeyen özümüzle inleyişlere karışırız birden. Dudağımızda bir bekleyişin türküsü uykulara seslenir, yârim der, derinden içleniriz.

Yosunlar sarmış yüreklerimize değince sevdanın kürekleri, ufuk çizgilerine akşamın hüzünlü bulutları çökerdi. Upuzun denizlerin her yönü sağa getirirdi sevda gemilerimi. Karanlığa sobelenirdik kimi, dargın sözlerin kırardık bizi bizden koparacak hüzzam düğümlerini. Kıpırtılı bir yel eserdi, koynumuzda bekleyiş nefeslenirdi ve aşk hep birbirimizi umduğumuz yerde beklerdi. Gün ellerin olurdu o an gülüm, nemli bir çay olup seni özledikçe dudaklarımı yakarak içime inerdi.

Gözlerinin tonlarına kervanlar sürdüm, elele yürüdük göğsümdeki rüzgârlı vahalara. Gecenin yorganını arardı sevdalı gözlerimiz gömülürken aşk döşeği yaptığımız kumlara. Dudaklarındaki şimale kapılırdım zamansız. Yapışkan an bir türküce dökülürken hesapsız. Titrek bir sancının acele gelgitleriyle soluklanırdık, kendimizi yorulmaz kenetlenmelerle fısıltı olurdu hüzzamlarımız. Kapardık şafakta gözlerimizi. Güneşin ışıklarıyla ısınırken terli vücutlarımız.

Bir insan kalabalığına sokuldum uzaktan, korsan bakışlarımla sana benzeyen kadınları taradım. Her adım sesinde irkildim, ayak seslerinin peşinden uzak diyarlara gittim, sen gibisini göremedim. Dönüşümsüz hüsranların aşikâre kıyılarına döndüm sonra yüzümü, adını dudaklarımın en kıyısına özlemle gizledim. Kalabalıklar yürüdü üzerime seni düşlerken, kanayan özlemin duruşmalarına sürüldüm. Parçalı bulutlu bir şehir yağıyordu üzerime ve ben asil sevdanı yüreğimden hiç düşürmedim.

Mumun alevi soyardı bedeninin en diri hallerini, utangaç bir gecenin kuytusuna gölgen düşünce. Dudakların kurudukça uzanırdın gölgemin pınarlarına. Sargısız yaralar gibiydi sana tapınmalarım, uçuklara bölünen er gelgitlerimi izlerdin kadın duruşlarınla, sevdalı bakışlarınla. Islanırdın yağmurumda birden, mumun koyu aleviyle mengeneler sıkardı ağrılarını. Gece tükenir, biz birbirimize kilitlenir, mum kendi özlemiyle eriyen günlerce vedamızı beklerdi

Durdurulamadıkça zamanın çarkı bir kaybediş telaşı sarar damarlarımızdaki kırmızı baharları. Yeşil düşünüşlerimiz kanatlı ağaçlara benzer hep, rüzgâr dalı okşadıkça tohum yere düşer ve toprağı gübreler. Damağımızdaki hüzün aromaları da olmasa ve yüreğimizi gümbürtüyle sarsan özlemler içimizi yakmasa neye yarar yaşamak. Sen gecenin yağlı kandilleriyle okşarken bedenini, ben yalım ateşlerle sokulmak isterim düşlerine. Dudaktaki nemle, yürekteki demle geçerim bu aşkın denizlerini ve asi dalgalarına direnirim sonsuza kadar.

Biliriz ki, ne yapsak doyuramadığımız, ne yapsak susturamadığımız ve asla tatmin edemediğimiz ruhumuzun açlığına bastırılan avuçlarımızın alevsiz dokunuşlarıyla savruluruz soğuk yataklarda. Bir mutluluk düşü dökülür oysa dudaklarımızdan ve çok geçmeden kırgın yüreğimizin kapsülleri başucumuzda bir alev topu gibi patlar.

Birbirimizin yörüngesinden uzak kaldığımız anlarda, yokluklarımıza sarılıp yattığımız, devrilişlerimize sancılarımızı sürdüğümüz zamanlarda, kan kızılı yüreğimize ismimizi ezbere söylettiğimiz saatlerde gözlerimiz uzaklara dalar, sorgular kabına sığmayan sularca bizi için için paralar. Sonra, sular dökeriz terli bedenlerimize tas tas. Dökülen her damla içimizdeki ağrılarca sızar karanlık dehlizlere, yol alırlar usul usul denizlere ve ulaşırlar kıyım sorularla en ulaşılmaz derinliklere.

Her gecenin dönüşümü buruk gülüşlerle tamlanır anlayacağın gülüm. Her çizgide kendi öykümüzün resmi, her satırda yine kendi sızımızın törpüsü vardır ve biz bu çelişkiye anlam aradığımız günlerin terkisinde her gün birbirimize yaklaşır, dokunmalara aç kaldığımız böylesi anlarda hüzünlü bir şarkı gibi kendi yüreklerimizi avuçlarımızda öksüz çocuklar gibi okşarız.

Selahattin YETGİN