7 Aralık 2012 Cuma

Sanat ve Aşk, Aynı Kaynaktan mı Beslenir?






Aşk da… sanat da aykırıdır çünkü sanatı aykırılık besler, aşkın ise kendisi zaten aykırılıktır.
Tıpkı sanatçı gibi… sıradanın dışında durur aşk…
Aşk ve sanatın buluştuğu en temel nokta “güzellik” tir…


Sanat da güzelden beslenir aşk da…
Bir yerde sanat varsa güzellik ve incelik vardır…
Bir yerde aşk varsa, eriyerek yumuşayan/estetize bir gönül vardır…
Sevgilinin güzelliğiyle hamura döner gönül; sevgilinin şeklini almak, ona benzemek için…
Sanatı ve aşkı besleyen hakikat ise tutkudur…
Tutku, aynı zamanda aşığın ve sanatçının varoluşudur.
Sanatçı güzel bir sanat yaratmak için çırpınıp durur; âşık kendini güzel olan sevgili de yok etmek için ç… Âşık ruhunu verir sevgiliye, sanatçı ise eserine…
Bu yüzden sanatın da aşkın da sonu hep trajiktir çünkü aşk ve sanat muma benzer, aydınlatırken yanıp erirler…
Yanmak, ham olmaktan kurtulup pişmek değil midir?
“Hamdım, yandım piştim” diyen sanatçı, pişerken acı çekmekten başka ne yapmıştır ki?
Bu yüzden aşk ve sanat trajik olandan beslenir ve trajik olana sürekli akıp gider…
Aşkı bilmeyen bir kişi, kanımca sanatçı olamaz, aşkı yaşayan zaten sanatçıdır, çünkü bir güzsellik(sevgili) karşısında çarpılmış, bir güzellikte kendini yok etmek istemektedir…
Çarpıldığı için de ona benzemek ister…
Sanatçı sanatın kölesi ise âşık da sevgilinin kölesidir…
Sanatçı ben deha mı sanatıma verdim der, âşık ise ben hayatı mı sevgilime…
Aşk ve sanat hiçbir yarar beklemeksizin hareket eden iki olgudur…
Sanatçı kendini yarattığı eserde bulduğu için sanatını yapar, âşık sevgili de bulduğu için…
Aşığın dünyası sevgiliden ibarettir çünkü…
Sanat, yaratıcıdan aldığı ilhamla yaratıcılığa soyunur, âşık yaratıcının yarattığı güzellik karşısında acizliğini belirterek önünde usulca diz çöker…
Hatta daha ileri gederek onun tutsağı olduğunu belirtir ve şöyle seslenir:

“Dağlar dağladı beni
Gören ağladı beni
Demir zincir kar etmez
Saçın bağladı beni”

Bir saçın esiri olmak veya sevgilinin bir tutam saçından asılmayı istemektir aşk…
Sanat, yüreğin çırpınışını şekillere dökmek, yazıya geçirmek, saza, söze dönüştürmektir.
Aşk da ruhun sesidir, sanat da… Ruhunun sesini dinleyenler aşkılar ve sanatçılardır…
Hatta aşksız sanat olmaz…
En güzel şiiri aşkla yazar şair, en güzel türküyü aşkla yorumlar türkücü…
Heykeltıraş aşkla yontar, ressam aşkın rengiyle boyar tuvalini…
Aşk, bir yankıdır sanatta tezahür eden…
Aşk bir oluş bir yaratıştır kendini gönlün ateşinde…
Kadın Allah’ın cemal sıfatını, erkek celal sıfatını sembolize eder.
Cemal sıfatı güzelliktir, bu yüzden aşkta erkek özne, kadın çoğu kez nesnedir…
Daha açık ifadeyle yaratıcının güzelliğinin insan yüzünde tecelli ettiği ve bu tecellinin doruk noktasının kadın yüzü olduğu söylenir…
Kadın, bu anlamda hem güzelliği hem de cazibeyi sembolize eder…
İslam’da göz nur, yüz kutsaldır, ona küfredilemez…
Aşk ve sanatın olduğu yerde insaniliğin en son noktası (kemal) vardır.
Aşk da sanat da ideal olana ulaşmak ister…
Yüz kusur eser yazıp, en güzel şiirlere imza atan bir şairin “söylenmedik sözlerin hasreti dudağımda” diye yakınması anlamlıdır…
Aşk idealize edilendir tıpkı sanat gibi…
Âşık idealize ettiği sevgili için yanıp tutuşur, sanatçı ruhunda idealize ettiği duyguyu somuta dönüştürmek için…
Her ikisi de güzelliğe ulaşmak, ona dokunmak ister.
Aşk ve sanatın olduğu yerde güzellik, estetik, aydınlık ve insanlığın kemal noktası vardır…
İlahi aşkta doruk noktası fenafillâhtır…
Yani yaratıcıda/güzelde yok olma… Kemale erme… Aşk ve sanat bu anlamda aykırıdır.
Hem de iflah olmaz biçimde aykırıdırlar…
Çünkü aşk da ve sanatta doyum mümkün değildir…
Mümkün olmayanın peşine düşmek ise vasatın dışına çıkmak, aykırı olmaktır…
Âşık insan hayattan kopar, sanatçı da…
Âşık için bütün dünya sevgiliden ibarettir, sanatçı için bütün dünya duygularından…
Onlar bir için tek şey özel ve önemlidir; güzellik/sevgili…
Hatta âşık ve sanatçı/şair: aynı şeyi fısıldarlar:
“vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni”
normal insanlar için hayat/dünya vazgeçilmezdir, âşık ve sanatçılar için güzellik/sevgili…
“Sanatçı ve âşık iyileşmez biçimde aykırıdırlar.
Sanatçı özgünlüğü ararken, yüksek düzeyde anlatımcı olanı ararken, hiç görülmemiş olanı göstermeye ve bu arada başkalarına göstermeye çalışırken alışılmışın dışına düşer.
Sanatçı ve âşık yadırganan kişi olurlar.
Neredeyse her yadırgatıcı özellik vardır onlarda.
Âşık göze batar.
Sanatçı ahlakın kurallarını zorlamadıkça göze batmaz.
O da öyle bir adam diye algılanır.
Aykırılıkta ayak direyen bir sanat da tıpkı aşk gibi karşı tutumları kışkırtacaktır.
Ahlakın kurallarını zorlamayan insan sanatçı değildir.
Aykırılık her şeyden önce yarar gözetmez olanın değerler dizgesinde söz konusu olacaktır.
Âşık daha baştan aykırıdır, daha baştan kurallara aldırmamayı öngörmüş adamdır.
Bu yüzden öfke uyandırır.
Zaten âşık kurallara uymaya kalksa aşkta iki adım atma şansı edemeyecektir.
Toplum her şeyden önce onu ahlak düşkünü görme eğilimindedir.
Âşık bir yana genellikle insanlar sıradan bir serseriye bile düşman gözüyle bakarlar.
Oysa âşık adamın âşık olmakla bir ahlak sorunu yaratmış olduğu doğru değildir.
Kaldı ki, her yan her anlamda kurallara sıkı sıkıya bağlanmış olan ya da bağlanmış görünen ahlaksızlarla doludur.
Buna karşılık kişi gerçek anlamda bir ahlaklılık örneği oluşturur.
Aşk bir yoldan çıkmadır, yoldan çıkarken göreneklerin hatta alışkanlıkların çizdiği çerçevelerin dışına çıkmadır.
Tek ölçüt sevgili olunca tek değer sevgili olunca onun dışındaki her şey geriye itilir ya da sıradanlığa indirgenir.
Hele çok uygunsuz koşullarda gerçekleşmişse âşık düpedüz topluma karşı ama özellikle aileye karşı işlenmiş bir suçtur…”
Aşk ve sanat, insan ruhunun derin arayışlarının tezahürüdür.
Kendini bilmek isteyen insanın, peşinde koştuğu ideadır…
Ama ne yazık ki, bu idea dünyası, insanı dış dünyaya karşı yabancılaştırır, yalnızlaştırır…
Bu yüzden sanatçılar, ahlaksızlık, âşıklar delilikle suçlanır…
Hatta her ikisi de deliliğin sınırında dolaşıp dururlar…
Sevmeyen insan, Van Gogh’un kulağını kesip sevgilisine göndermesini anlayamaz, sevmeyen adam Stefan Zweig sevgilisi Lotte ile birlikte intihar etmesini anlayamaz…
Aşk, insanın kendini bir canlıda bulma eylemi, sanat ise bir nesne de…
Aşk ve sanat insan olmanın trajik yanıdır.
Ama bu trajik olanda zevkli ve tatlı bir taraf vardır. Aşkın ve sanatın bu tatlı tarafını yalnız sanatçılar ve âşıklar bildiklerinden, haklarında yapılan her türlü tanımlamalara bıyık altından gülüp geçerler.
Çünkü aşığın ve sanatçının dünyasında başkası değil,sevgili/güzellik vardır…
Daha açıkçası kendisi vardır bütün duygusallığıyla…

Kaynak : Rehavasanat.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder